Kanunda bu şekilde yer verilsede uygulamada bazı farklılıklar vardır. Bu farklar kanunen size tanınmış bir hakkın mahkeme kararıyla tescillenmesine yardımcı olan ve kanun maddesinden azda olsa farklı olan hususlardır.
Bu farklılıklar asliye hukuk mahkemelerine açılan tescil davasının gidişatında önemli rol oynamakta olup davayı kaybetmenize veya kazanmanıza en büyük etkisi olan farklardır.
Sadece kanunda belirtildiği gibi 20 yıldan fazla o tapuya kayıtlı olmayan arazinin sizin zilyedinizde olması tabiki yetmemektedir. Çok önem arz eden hususlar da bu kısımda devreye gitmektedir. Sadece dava açarak bu taşınmazı kendi adınıza tescil etmeniz malesef mümkün değildir. Dava dilekçesi, delilleriniz çok önemlidir. Aynı davayı bir tek kelime ile kaybedebilir veya kazanabilirsiniz. Bu hususta tabiki de hukuki olarak uzman bir avukatın yardımına ihtiyacınız var.
Tapuda kayıtlı bir gayrimenkulün veya payın kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetlik yoluyla mülk edinilmesi kural olarak mümkün değildir. Ancak, tapu kaydından taşınmazın mülk sahibinin kim olduğu anlaşılamıyorsa veya 20 yıl önce hakkında gaiplik kararı verilen bir kimseye ait ise, taşınmazın kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetlik yoluyla edinilmesi mümkündür. Bu hükmün uygulanabilmesi için gayrimenkulün sahibinin kim olduğunun bilinmesini sağlayacak, kimliğin belirlenmesine yarayacak bilgi ve belgelerin tapu sicilinden (kütüğünden) çıkarılmasının imkansız olması gerekir ( Yargıtay HGK’nun 10.04.1991 tarih 1991/8-51 Esas, 194 Karar ve 15.04.2011 tarih 2011/8-111 Esas, 2011/180 Karar).
Tapu kütüğünden sahibi anlaşılamayan veya sahibi hakkında 20 yıl önce gaiplik kararı verilen gayrimenkulü, nizasız ve aralıksız 20 yıl malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, gayrimenkulün kendi adına tescilini sağlamak üzere tapu iptal ve tescil davası açabilir. Yani, malik sıfatıyla zilyet için zilyetliğin başladığı tarihten itibaren 20 yıllık bir kazandırıcı zamanaşımı süresi söz konusudur.
Gayrimenkulün sahibinin anlaşılamaması şu hallerde mümkündür (Yargıtay 8. HD – Karar: 2016/6183) :
“Tapu kütüğünden kim olduğu anlaşılamayan malik” kavramını gayrimenkul ile ilgili bazı fiili ve hukuki sorunlarla karıştırmamak gerekir. Örneğin; tanınmayan, hatırlanmayan, adresi tespit edilemeyen, kendilerine tebligat yapılamayan, mirasçıları belirlenemeyen, uzun yıllar önce ölmüş ya da taşınmış bir kişinin mülkiyet hakkı devam eder. Bu kişiye ait taşınmazın mülkiyeti, kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetlik yolu ile elde edilemez. Çünkü, bu hallerde taşınmazın sahibi bellidir, “tapu kütüğünden kim olduğu anlaşılamayan malik” kavramı söz konusu değildir.
Sonuç olarak bir hususun tek başına olmayıp birçok hususun birlikte değerlendirildiği bahsettiğimiz dava türünde ancak profesyonel bir hukuki yardım alındığı taktirde dava kazanılabilecektir.
]]>Zincirleme Suçun tanımını yapacak olursak ; bir suç kastıyla hareket ederek, birden fazla aynı suçu oluşturan hareketleri farklı zamanlarda, aynı kişiye karşı işlemiş olmak sebebiyle faile tek bir suçtan ancak TCK M.43 Bağlamında artırılarak ceza verilmesini öngören ceza hukuku müessesidir.
Zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için ilk şart; aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla kere işlenmesidir. Yargıtay uygulamasına göre; “aynı suçtan anlaşılması gerekenin, aynı suç tipi olduğu”, kanunda düzenlenen suçların ismi aynı ise aynı suçtan söz edileceği, suçun ismi farklı ise artık aynı suçtan bahsedilemeyeceği kabul edilmektedir. Aynı suç kavramına suçun teşebbüs halinde kalma hali de dahildir. Örneğin Dolandırıcılık suçunda suçu bir kez işledikten sonra mağduru tekrardan dolandırmaya çalışması sırasında durum fark edilir ve engellenilse de Fail dolandırıcılık suçunda zincirleme suç hükümlerine göre yargılanır. Zincirleme Suç hükümlerinde ikinci şart işlenen suçun mağdurlarının aynı olmasıdır. Örneğin bir apartmanın önceki gün bir dairesini soyan hırsız ertesi gün başka bir dairesini soyarsa suçun mağdurları farklı kişiler olduğundan zincirleme suç hükümleri uygulanmaz. Son şart ise işlenen suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmiş olması gerekmektedir. Söz konusu şart M.43’de de açıkça yer almaktadır.
Aynı suçu meydana getiren fiillerin çokluğu halinde zincirleme suçtan bahsedilemez yani hırsızlık suçunda hırsızın çantada ki cüzdanı çalıp devamında da telefonu çalması zincirleme suç hükümlerinin uygulanacağı anlamına gelmez.
Zincirleme suç hükümleri uygulanırken dikkat edilmesi gereken bir husus vardır. Fail tarafından işlenen suçlardan ilkinde suç emniyet görevlileri tarafından fark edilmesine rağmen fakat failin tekrardan suçu işlemesi engellenmeyerek fiziki takip başlatılıyorsa ve failin aynı suçu işlemesiyle yakalandığında zincirleme suç hükümlerine göre yargılanması Yargıtay’a göre yanlıştır. Yargıtay’ın pek çok kararında söz konusu durum da fiziki takibi yapan gizli soruşturmacının görevi failin suç işlemesini önlemektir. Devlet görevlisi bir kişinin daha fazla suç almasını sağlayabilmek adına failin yaptığı hukuka aykırı hareketlere fırsat vermemelidir. Asıl olan bir suç işlendiği tespit edildiğinde suç işleyeni yakalayıp yargı önüne çıkarmaktır. Fakat uygumlalar da bu durumun karşıt halini çok fazla görmekteyiz. Aşşağıda ki Yargıtay Kararında da görmekteyiz ki bu yanlış bir uygulamadır.
Zincirleme suç bazı durumalarda farklı yorumlanabilmektedir ve mağduriyetlere yol açabilmektedir. Bu mağduriyetleri önlemek adına yapılan itirazlar sonucu yargıtay aşağıda düzenlendiği şekilde bir hüküm kurmuştur.
10. Ceza Dairesi, 2016/3408 E., 2017/3547 K.
“Gizli soruşturmacının görevi, soruşturma konusu suçun işlenip işlenmediğini, işlenmiş ise işleyenin kim olduğunu belirlemek ve bu konuda ki delilleri toplamaktır. Gizli soruşturmacı bu görevini yerine getirirken suç işleyemez, başkasını suç işlemeye azmettiremez. Devletin temel görevlerinden biri de suç işlenmesini önlemektir. Devlet görevlisinin bir kişinin daha fazla ceza almasını sağlamak için nu bazı hareketleri yapmaya yönlendirmesi ve ona bunun için fırsat vermesi kabul edilemez. Aksi halde gerek Anayasa’nın 2. Maddesinde yer alan ‘hukuk devleti’ ilkesi gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. Maddesinde öngörülen “adil yargılanma” hakkı ihlal edilmiş olur. Esas olan gizli soruşturmacı olan görevlinin bir suç işlendiğini tespit ettiğinde suç işleyeni yakalayıp yargı önüne çıkarmasıdır. “
Stj. Av. Dilara KARACA
]]>Bunlardan en önde geleni ise ‘maske’. Coronavirüs vakalarının artması ile ölüm oranlarının da artması sebebiyle bir çok ülkede olduğu gibi ülkemizde de maske takma zorunluluğu için yasal bir zemin hazırlandı ve cezai müeyyideye bağlandı. Hal böyleyken maske takmayanlar hakkında cezai işlemler uygulanmaya başlandı.
İl hıfzıssıhha meclislerinin kararları doğrultusunda valilik tarafından halka bildirilen bu zorunlulukta yine ceza kesmeye yetkili makam valilik makamıdır. Hal böyleyken polis memurları maske takmayanlar hakkında gerekli tutanağı düzenleyerek valiliğe göndermek zorundadırlar. Bazı polis memurları ise kabahatler kanununa aykırılıktan idari para cezası kesmişlerdir. Hal böyleyken Yargıtay bu konuyu daha açıklayıcı hale getirmek için emsal karar niteliğinde bir karara imza atmıştır.
Yargıtay 19.Ceza Dairesi kararında özetle ””vali başkanlığında toplanan hıfzıssıhha meclisi maske takma zorunluluğu kararı alabilir ancak cezai işlem uygulanan radar gibi hallerde olduğu gibi, maske takılması için uyarı levha ve afişleri asılması gereklidir. Polisler maske takmayanlar hakkında idari para cezası kesemez, ancak tutanakla imza altına alarak ilgili il valiliğine gönderebilirler.””
]]>Zira başkasının özgürlük alanına müdahale edildiği zaman, bireyin hak ve hürriyetinde birtakım sınırlardan bahsetmek gerekir. Dolayısıyla bu sınırların aşımında kanunen de yaptırımlar söz konusu olabilmektedir.
Söz konusu ceza gerektiren sınır aşımı hareketlerinde yaptırımlar söz konusu olabilmektedir.
Bu bağlamda internet üzerinden gerçekleştirilen bu kapsamdaki suçlara bilişim suçları adı verilmektedir.
Bilişim suçları günümüzde üç farklı kategori kapsamında ele alınmaktadır;
Hangi suçlar bilişim suçudur?
Bilişim suçları için 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na göre hareket edilmektedir. Direkt olarak işlenen bilişim suçları şöyledir.
Özel hayatın gizliliği ilkesinin çiğnenmesi olarak ifade edilebilir..
]]>